Çevrilebilirlik ve Çevrilemezlik
Hazırlayan: Ceyda Nur Öztürk, Düzelten: Gülin Er, Son Okuyan: Fehmi Atasoy
Çevrilebilirlik ve Çevrilemezlik
Hazırlayan: Ceyda Nur Öztürk, Düzelten: Gülin Er, Son Okuyan: Fehmi Atasoy
Çevrilebilirlik ile ilgili akla gelen ilk soru, bir dilden başka bir dile çeviri yapmanın mümkün olup olmadığıdır. Eğer çeviri yapmak mümkünse, bu ne kadar başarılı bir şekilde gerçekleştirilebilir? Fakat çevrilebilirlik kavramı, esasen yalnızca dilsel meselelerle değil, toplumsal ve ideolojik meselelerle de iç içe olan bir kavramdır. Örneğin, geçmişte birçok insan kutsal metinlerin çevrilerek farklı dillerde yayılmasını saygısızlık olarak görüyor, yani kutsal metinlerin çevrilemezliğini savunuyordu.
Çevrilebilirlik kavramı, çeviri kavramının tanımına ilişkin görüş birliği olmaması nedeniyle daha da karmaşık bir hâle gelir. Batı söyleminde çeviri genellikle kaynak metnin başka dildeki bir temsili olarak kabul edilir ve metinler arasındaki eşdeğerliğe yahut uzunluk açısından, kaynak metne yakınlığa vurgu yapılır. Dilbilimsel açıdan bakıldığında, çevrilecek cümlenin biri açık, diğeri örtük olmak üzere iki anlamı olduğunda asıl soru, erek dilde bu belirsizliğin aynı uzunlukta yeniden üretimine imkân tanıyan bir dil yapısının olup olmadığıydı. Francis George Steiner, çevirinin mümkün olduğunu kabul eden evrenselci yaklaşım ile çevirinin olanaklılığını reddeden veya çevirinin beraberinde büyük sorunlar getireceğini vurgulayan monadist yaklaşım olmak üzere iki farklı bakış açısından söz eder.
Evrenselciler, diller arasındaki farklılıkların yüzeysel olduğunu ileri sürerler. Dolayısıyla çeviri, pratikte bazı zorluklar barındırmasına rağmen, ortak bilişsel kapasitemiz ve deneyimlerimiz çeviriyi mümkün kılar. Evrenselcilere göre dil, yüzey yapı (biçim) ve derin yapı (anlam) olmak üzere iki katmandan oluşur. Bu yaklaşıma göre, biçim ve anlam birbirinden ayrılabilir, böylece aynı anlam farklı biçimlerde ifade edilebilir. Özetle, evrenselcilere göre biçim ve anlamın birbirinden ayrılabilir olması, çeviriyi mümkün kılan temel unsurdur. Çevrilemezlik ise çevirinin tamamen imkânsız olduğu anlamına gelmez; yalnızca eksiksiz bir çevirinin mümkün olup olmadığını sorgular.
Monadist yaklaşım ise her dilin kendine özgü yapılar taşıdığını ve bu nedenle farklı diller aracılığıyla düşünen insanların dünyayı farklı biçimlerde kavramsallaştırdığını öne sürer. Bu süreçte kültürün de rolü büyüktür. Dil ile kültür arasındaki bu sıkı bağlar ve diller arasındaki yapısal farklılıklar, çevrilemezlik argümanını kuvvetlendiren unsurlardır. Alman Romantikleri tarafından benimsenen bu monadist yaklaşıma göre, başka bir dili öğrenmek ya da bir kavramı başka bir dile aktarmak mümkün olsa da diller ve kültürler arasındaki köklü farklılıklar nedeniyle hiçbir çeviri, kaynak metnin doğallığını erek kültüre tam anlamıyla yansıtamaz. Kuşkusuz çeviri, böylesine kısıtlı biçimde ele alındığında, yani bir söylemi başka bir dilde birebir tekrar eden bir eylem olarak düşünüldüğünde, kaynak metnin anlamının tam olarak aktarılamayacağı, bütünlüğünün ve uzunluğunun korunamayacağı kaygıları ağır basar.
Oysa daha geniş bir perspektiften bakarak çeviriyi, iletişimi kolaylaştıran bir araç olarak ele aldığımızda, çevrilebilirlik kavramını benimsemek daha kolay hâle gelir. Öte yandan, diller ve kültürler arasındaki farklılıkların kaynak metnin doğallığını çeviride tam anlamıyla yansıtmamıza engel olabileceğini kabul edersek, çevrilemezlik düşüncesine yaklaşmış oluruz. Aslında, tam çevrilebilirlik düşüncesi de tam çevrilemezlik düşüncesi de sınırlayıcı düşüncelerdir. Tam çevrilebilirlik, sadece bilgisayar programlama dilleri gibi yoruma kapalı ve sabit anlamlar sunan dillerde mümkündür. Buna karşılık, tam çevrilemezlik söz konusu olsaydı, farklı diller arasında iletişim de gerçekleşmezdi.